''EŞİMLE EVLİYİM AMA SANA AŞIĞIM” SENDROMU;

*YANILGILAR, YANILTMALAR, YANILSAMALAR.

- “Ben, zaten istemeyerek evlenmiştim”

- “Sen olmasan da eşimden ayrılacaktım”

- “Eşimi incitmeden ayrılmak istiyorum daha zamanı var”

- “………   olunca ayrılacağım bana süre ver”

- “Zaten aylardır ayrı odalarda yatıyoruz”

- “O’na karşı hiçbirşey hissetmiyorum”

- “O’nu kadın (veya erkek) olarak bile görmüyorum”

- “Keşke O, benden ayrılsa”

- “Bana boşanma sürecimde sen destek ol”

- “İstemeyerek o evde kalıyorum”

- “Sadece kağıt üzerinde evliyiz”

- “Eşime karşı hiçbir cinsel ilgim yok”

- “Ben, sana aşığım”

 

Eğer evli ve başka birine  aşık iseniz muhtemelen yukarıdaki sözlerden bir ya da birkaçını sarfettiniz. Eğer evli biri size aşık oldu ise muhtemelen birkaçını ya da hepsini duydunuz. Peki bu tür aldatma  söylemleri neredeyse tipikleşmiş ve ortak bir paydada buluşmuş iken gerçekliği ne kadar yansıtıyorlar? İnsanlar nasıl oluyor da evliliği ile ilgili çözüm arayışına girmeden veya ayrışma hamlesini tamamlamadan başka bir ilişkiye yönelmeyi tercih edebiliyorlar? Çünkü bu başlı başına yeni bir kriz demek.

Araştırmalar ve aynı zamanda klinik gözlemlerim,  bir evlilik sürer iken filizlenmiş olan ilişkilerin sağlıklı yürümediği gibi çoğunlukla da sona erdiğine işaret ediyor. Bir diğer bulgu ise, evli iken başka birisi ile ilişkisi olan kişilerin  %80’inin evliliklerini yürütmeye devam ettikleri yönünde.  Bu durumda bulgular, ilişkinizin çok yüksek ihtimalle diğer evlilik ile eş zamanlı olarak devam edeceğine  işaret ediyor.

Aldatmak,  toplum tarafından teorik anlamda dışlana dursun bu sorunun pratikte git gide daha fazla karşımıza çıktığını görüyoruz.  İnsan niye aldatır kısmına hiç girmiyorum. Düşünsel, dürtüsel, duygusal, çevresel  veya karakter anlamında bir dolu neden sayılabilir. Fakat aldatan kişinin iç yapılanmasında nasıl süreçlerden geçtiğini ve geçeceğini incelemeye değer buluyorum. Çünkü  aldatan kişi, hiç de dışarıdan göründüğü kadar işin en kaymaklı ve hovarda kısmında konumlanmıyor olabilir. Bir eli yağda ötekisi balda filan da değildir. Bu süreç içerisinde muhtemelen  azalacak, yıpranacak, sarstığı kadar sarsılacak, en önemlisi de başka bir karaktere dönüşmek zorunda kalacak fakat sinsi ilerleyen bu kanseri muhtemelen son evrede fark edecektir.

Hepimizin uygun  ya da uygunsuz çalışan bir vicdani sistemi var. Vicdan dediğimiz sistem, doğru ve yanlış ile ilgili yargılarda bulunan, uyaran, cezalandıran, gerekirse baskı yapan, suçlayan, dizginleyen, aferin ya da “yazıklar olsun sana” diyen bir tarz ebeveynvari yapı. Diğer yandan da dürtüsel bir tarafımız var; arzuların peşinde koşan, isteyen, hazzı ve bencilliği tercih eden,  yasaklamaları önemsizleştiren, uzun vadeli faydaları değil kısa vadeli keyifleri  tercih eden coşkun tarafımız. İşte bu iki yapı, yani vicdan ve dürtülerimiz, eğer genel olarak uzlaştırabildiğimiz ve iyi geçinen bir uyum içinde iseler o halde bu, çatışmalarımızı azalttığımız ve iç denge açısından fena durumda olmadığımız anlamına gelebilir. Vicdan, dürtüleri yönetmek, dizginlemek,  modüle etmek, insanı topluma uygun, kendi ile huzur bulan biri haline getirmek ile uğraşırken, dürtülerimiz de,  vicdanın sesine kulak vererek  uygun şekillere girmeyi , kendini düzenlemeyi başarıyor demektir bu durumda. Ola ki aralarında bir anlaşmazlık, vicdana bir başkaldırı veya dürtülerin hucumu meselesi devreye girecek olur  ise  işte bu ikisi arasındaki uzlaşmazlık hali, çatışmalar, huzursuzluklar, depresyon ya da özgüven kaybı anlamına gelecektir. Bu durumda kişinin, bu uzlaşmazlığı çözmek için ya vicdanında ya dürtülerinde ya değerlerinde veyahut düşünce sisteminde yeniden iç dengeyi sağlayacak bazı ayarlamalar yapması gerekecektir.

Peki  evlilik ilişkisi içerisinde başka birine aşık olduğunu söyleyen kişi, bunun doğru olmadığını söyleyen yanı ile bunu çok isteyen yanı arasındaki yoğun sürtüşmeyi nasıl çözecek?  Çözmesi gerekecek  çünkü içinde bulunduğu durum, muhakkak ki iç tutarlılığını, “haklılık”, “doğruluk”, “iyilik” gibi temalarını içten içe tehdit edecektir.

Zihin Tezgahından Geçirilen Gerçeklik

Zihin enteresan bir aygıt; Aşk, gibi yoğun duygular ve arzular söz konusu olduğunda inanmak istediğiniz gerçekliği yaratmaya hizmet edecektir. Belleğiniz, dikkatiniz, yorumlarınız, mantık yürütme gibi bütün zihinsel melekeleriniz emrinize amade olur adeta. Size arzu ettiğiniz fantezi dünyasının anahtarlarını ve içeri giriş iznini bazı illüzyonlar yaratarak ve sağlam yanlılıklar göstererek teslim etmeye istekli olacaktır.  Aşk, söz konusu olduğunda gerçeklik, zihnin tezgahından bir kez daha geçecektir.

Aldatma gibi bir eylemde, istenmeyen duygularla ilgili bazı doz ayarlamaları yapabilmek için vicdanın frekans ayarları ile oynamak gerekir. Suçluluk duygusunu azaltma, haklılığı çoğaltma, merhameti söndürme, özgüveni sürdürme gibi karışımları içeren bir kokteyl, vicdani kramplarınıza bir süreliğine deva olur çünkü.  Bu kokteyli de hizmetinize sunacak tezgah, zihin tezgahıdır.  Gerekçelendirme ve rasyonalizasyon bu noktada ilk devreye girecek yardımcılar olur. “Zaten istemeden evlendim”, “Zaten ayrılacaktım”, “Zaten aynı odalarda yatmıyoruz” gibi nedensel zincirler, kişinin haklılık algısını kuvvetlendirerek aşka giriş ruhsatı haline gelir.  Böyle bir durumda bellek,  eş ve evlilik ile ilgili olumsuz anıları bilince çağırır, dikkat, eşin olumsuz kişilik özelliklerine yönelir,  büyüteçler, fiziksel kusurları abartır, süzgeç,  eşin olumlu yönlerini eleyiverir, cinsel kusurlar büyütülür,gelecek tahminleri  pesimistleşir ve gayet taraflı bir araştırma kadrosu aracılığı ile  taraflı veriler toplanarak istenen sonuçlar elde edilir;  “haklılık ve aldatma ehliyeti”. Bu kesme, biçme, küçültme, büyültme işlemlerinden geçirilerek  suçluluk duygusunun  kontrol altına alındığı, eşin kötü, sevgilinin iyi, aldatanın ise mağdur ilan edildiği bir gerçeklik yaratılır. Bu durumda zihin istenen fetvayı çıkarmıştır; Aşk, mübahtır.

 

Peki süreç genel olarak nasıl ilerler?

Dediğim gibi, istatistiklere göre evli iken başka bir kadına aşık olan erkeklerin neredeyse %80’i boşanmıyor.  Çok küçük bir azınlık ise  2. İlişki başlar başlamaz evliliğini sona erdirerek  iki tarafa da haksızlık yapmak istemediğini belirtiyorlar.  Bazı araştırmacılar, eğer evliliği tamir etme ya da yeniden deneme girişimleri olmayacak ise ayrılma dönemini zamana yaymamanın daha sağlıklı olacağını belirtiyor. Çünkü evli iken yürütülen bir ilişki hem evlilik içerisindeki kişilere hem de diğer tarafa gün geçtikçe daha fazla zarar veriyor ve aldatan kişinin kendi ve çevresi gözündeki suç oranını arttırıyor.

Hayat,  yüzleşmeler, sorumluluklar, bedeller ve seçimlere kişiyi buyur edene kadar aşk ilişkisi tüm cazibesini koruyarak yürütülebilir. Fakat en nihayetinde çocuksu bir bencillikle içine atlanan aşk, sahiplenme, suçluluk duyguları, kıskançlıklar ve korkuların devreye girmesi ile kişiyi seçim yapmaya, bedel ödemeye ve sorumluluk almaya zorlayacaktır.

Bu durumda evli kişide görülen genel eğilim, sorumluluk almama ve mevcut düzeni koruyarak “suç”tan kurtulma yönünde görülür.  Yani aşkın lezzetini  sorumluluk, bedel ödeme  ve suçluluğun sancıları bastırmaya başladığında kişinin en başta olduğu gibi yeni bir “haklılık” alanı tezgahlaması gerekecektir.  Bu aşamadaki temel ihtiyaç bu defa aşk değil güvenlik ve stabilitedir. Bu durumda başta eşi aldatmayı meşrulaştıran zihinsel tezgahtan bu sefer de  suçtan-aşktan kurtulma yöntemlerini meşrulaştıran  yen, materyaller geçirilecektir.

Zihnin kadrosu, bedel tahminlerini yüksek rakamlardan açacak, yaşanan ilişkinin suç veya günah olduğunu hatırlatacak, kişisel hatalar küçültülecek, çevresel çeldiriciler büyütülecek, sorumluluk evlilik problemlerine ve baştan çıkarılma faktörlerine devredilecek,  bellek, dikkat, yorumlama, nedenselleştirme gibi bütün zihinsel ekip,  bu defa kişi için emniyetli ve istenilir olan durumun uygunluğuna dair fetva çıkaracaktır;  Ayrılık ve suçlama, mübahtır.

 

- “Beni eşimin hataları itti”

- “Beni sevgilimin çabaları çekti”

- “Sevgilimle zaten olmazdı”

- “O, benim aklıma girdi”

- “Ben aslında aldatmak istemedim O, beni ikna etti”

- “Ben aslında bırakmak istedim O, izin vermedi”

- "Beni tehdit etti"

-  “Eşimi sevdiğimi anladım”

- “Ben onu bırakmasam o beni bırakacaktı”

- “Eşim bana uzak davranıyordu boşlukta kaldım”

- “Kafam karıştı”

 

Böylece iç tutarlılığın bozulması ve iç muhasebenin şiddeti mümkün olduğunca minimize edilmiş olur.  Faturalar kabarmaz, sorumluluk taca atılır nihayetinde insanın kendi irinlerini koklaması zordur. Tabiki insanın kendini depresyondan korumaya ve hayatta  kalmaya eğilimli olması anlaşılırdır ancak depresyonu yaşamak, dengenin bozulması ve iç tutarsızlık içinde kalabilmek bazen diğerine nazaran daha geliştirici ve sağlıklıdır. Her türlü suç ve hatasına rağmen kendi iç huzurunu korumuş bir bireyden ziyade yanlışlarının arkasında durabilip, duygusal bedellerini ödemeyi ve elini taşın altına koymayı başaran bir bireyin daha sağlıklı ve gelişime daha açık olduğunu düşünüyorum.

Sonuç olarak, aldatma, aldatılma, aldanma, tüm bunlar iç içe ve hiçbir tarafa sağlıklı bir ilişki zemini vaad etmeyen durumlardır. Aşk, ne kadar baskın ve güçlü gözükürse gözüksün, insanın hayatta kalma ve depresyondan korunma iç güdüsü çok daha baskın. Bu da aşkın çok uzun süreli olmayacağı, aşka sürüklenme nedenlerinizin çok da geçerli kalmayacağı anlamına geliyor. Dolayısıyla “Evliyim ama aşığım” sendromu, zihninizin de yardımı ile bir şeyleri meşrulaştırıyor ise hem hikayenin sonunu hem de zihninizin akıl oyunlarını göz önünde bulundurarak adımlarınızı bin kez daha düşünerek hareket etmeye çalışın.

“Evliyim ama sana aşığım” sendromunda iseniz;  haklı ve ruhsatlı olmaya değil, adaletli, vefalı ve merhametli olmaya çalışın.

“Evliyim ama sana aşığım” diyen biri ile karşılaşan tarafsanız;  yere yatın ve ölü taklidi yapın. Niye mi?  Bir sonraki hafta da bu taraftan konuşalım..

Buluşmak üzere..